İnternet kullanımının yaygınlaşması ile çevrimiçi sosyal ağlar, insanların bağlantı kurması, bilgi paylaşması ve birbirleriyle etkileşime girmesi için popüler platformlar haline geldi. Çevrimiçi bir sosyal ağda, mesaj gönderme, fotoğraf gönderme ve video yayınlama gibi kullanıcı yayınlama etkinlikleri, arkadaşlar arasındaki çevrimiçi etkileşimleri temsil etmektedir. Bu platformlarda yer alan kullanıcılar kimi zaman birden fazla profil oluşturabilmekte ve başka bir kimlikle yer alabilmektedir. Myspace kimliğine bürünme, internette bir kişinin başka bir kişi gibi davranma ve sosyal medya platformlarında farklı bir rol oynama isteği olarak tanımlanan hastalıktır.
Bu hastalık türü ismini 2003 yılında kurulan Myspace sosyal ağında oluşturulan sahte hesaplardan almıştır. Kullanıcılar bu ağlarda kendilerini, farklı fotoğraf ve bilgiler ile başka bir kişi olarak ve genellikle hayal ettiği kimlikle ifade etmektedir. Kişi gerçek hayatta kendini gerçekleştirmede sorun yaşadığında, olmak istediği kişi seviyesine gelmek için daha rahat bir ortam olan sanal dünyaya erişmekte ve kendini daha iyi hissetmek için hayallerini bu platformlarda (internet ortamı) paylaşıp gerçekleştirebilmektedir. Yani “alternatif bir yaşam alanı (kişi çevrimiçi iken olmak istediği kişi gibi yaşayabilmektedir) oluşturma çabası olarak ifade edilebilir. Bu durum sürekli bir hal aldığında kişinin gerçek hayattan kopuşu başlamakta ve psikolojik hastalıklara/rahatsızlıklara yol açabilmektedir.
İnternet ile ilgili genel sorunlardan biri, genellikle hesap verebilirliğin ve sınırların olmamasıdır. Bir ekranın arkasında gizlisiniz ve çevrimiçi olarak söyleyebileceğiniz veya yapabileceğiniz bazı şeyler asla şahsen yapamayacağınız şeylerdir. İnsanlar sanal ortamda kendilerini istedikleri rol ve statüde gösterebilmektedir ve bunu sürekli devam ettirebilmektedir. Özellikle bu mecralarda benlik, öz benlik, imaj kaygısı olan kullanıcılar, kendi kişiliklerinden vazgeçip sanal ortamda kabul gören kişiliklere/kimliklere bürünme çabası içerisindedir.
Sosyal medya mecralarını incelediğimizde, Instagram, Tiktok, arkadaşlık siteleri veya çevrimiçi web sayfalarında kullanıcıların çok farklı kimliklerde ve kişiliklerde olduğunu görmekteyiz. Hiç kimse olduğu durumdan memnun değil ve daha iyi olma çabası içerisinde. Çünkü “ideal model” pürüzsüz cilt, sıfır beden kadın, kaslı erkek, lüks yaşam gibi hepsi bizlere reklamlar, diziler, filmler, internet ve sosyal medya aracılığıyla dayatılıyor. Bu durum, sosyal medya platformlarında olduğumuzdan çok farklı insanlar olarak görünmemize sebep olabiliyor.
Kanada doğumlu Amerikalı sosyolog Erving Goffman’a göre, medya aracılığıyla standartlaştırılan, abartılan ve basitleştirilen ritüellerden artık bir hiper ritüel üretilmiştir. Goffman, kullanıcıları görünüş insanları olarak tanımlamakta, kim olduklarının önemli olmadığını, asıl önemli olanın nasıl göründükleri olduğunu ileri sürmüştür. Ayrıca Sanal kimlikler konusunda Goffman, dramaturjik yaklaşım kavramını öne çıkarmıştır. Dramaturjik kavramı, benliğin maske takılıp icra edildiği sahneler metaforuna denk gelmektedir.
Yurtdışında yapılan bir çalışmada, maskülenlik ve feminenlik sosyal medyada olduğundan daha fazla sunulduğu ortaya konulmuştur. Ülkemizde yapılan bir çalışmada ise kullanıcıların sosyal medya ortamlarında en güzel ve beğenilen anları paylaştığı görülmüştür. Bu anlamda, özellikle gençler arasında yaygın olan bu gerçek olmayan sanal kimlik oluşturma çabasındaki bireyler için ebeveynlerin, alanında uzman kişilerin, kurum ve kuruluşların ihtiyaç olan gerekli önlemleri alması; bundan sonra gelebilecek tehlikelere karşı erken evrede müdahale olanağı sağlayacaktır.